25 Eylül 2012 Salı

2.gün



Bugün hem yavru çıkışı yokmuş, hem de daha uzun yol yürüyecekmişiz. Dolayısıyla kimse gitmedi:). Onun yerine herkes uyurken güzel bir yürüyüş yaptık. bu yürüyüşümüze bizimle beraber pati de katıldı. Aslında başlarda üstümüze atlar diye korkmamıza rağmen çok uslu durdu. Tek kötü yanı izleri bozmasıydı:).
Biz(ve de pati:)) yürüyüşe çıkıyoruz.

Pati izi(solda) çakal izi(sağda)
Biz ormanda yürürken(kaybolduk!:))
 
Manzara:).

Yıkık bir ağaç

 Ormanda yürürken bulduğum bir yavru yaban domuzu çenesi(nedense annem eve getirmemi istemedi)
 
İşte 2. gün de böyle geçti.

15 Eylül 2012 Cumartesi

1.Gün:

Sabah 05.30'da kalktık ve sahile gittik. Toplam 4 kilometre yürüdük ve yoldaki kaplumbağa yuvalarını kontrol ettik. Toplam 122 kaplumbağa bulduk. Akşam da onları bıraktık. Ama iki tanesi ölmüş:(.
Burada nazikçe kazı yapıyorlar.

Ben kaplumbağayı tutuyorum:).

Bilgic yumurtadan çıkamamışlara yardım ediyor.

Bu ise sahilde gördüğümüz hayalet yengeç.
 
 
Öğleden sonra ise kuş gözlem kulesine gittik. Orası aslında güzel bir yermiş ama artık kullanılmıyor. Oradan sonra biraz yürüyüş yaptık.
Bunlar filamingo ararken bulduğumuz inekler:).
 
Oranın yolu(toprak gibi göründüğüne bakmayın her yer kum)

 salyangoz dalı:).
Zor bela çektiğimiz kelebek.

 
Tuvaletimizi paylaştığımız kurbağalar(Bunun o güne mahsus bir özelliği yok ama ben koymayı unutmuşum:))


13 Eylül 2012 Perşembe

Akyatan'da 3 Gün

Bu cumartesi ilk defa uçağa binerek(çok zevkliydi:)) Adana'daki Akyatan'a gittik. İşte orada geçirdiğimiz 3 gün:

Ön bilgi:

Öncelikle gittiğimiz yeri tanıtayım. Akyatan, Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasında yer alan bir ormandır. Ormanın tuhaf yanı ise yerlarin hep kum olmasıdır. 30 yıl önce burası kurak kumluk bir araziymiş. Ama burada çok rüzgar esiyormuş ve kumları çiftçilerin tarlalarına atıyormuş. Çiftçilerde buna engel olmak için buraya ağaç dikmişler ve bu sayede artık bir orman olmuş. Bunun iyi yanlarından biri de daha önceden aynı bölgenin yakınlarındaki ormanlar kesildiğinden dolayı başka yerlere giden hayvanların buraya gelmesiymiş.  Bizim kaldığımız kamp da bu ormanın içinde.
Kampın binası. İçinde bir oda, bir mutfak ve bir tuvalet(aslında oraya da oda diyebilirim çünkü orada kurbağalar yaşıyor:)) var. Üst katında ise yataklar var. Önündeki beton ala bizim alanımız. Kumlar ise Patinin alanı:). Pati de oranın haylaz köpeği.
 
Burası çadır. Biz burada kaldık.
 
Burası da yattığımız yer.
İşte bu Pati:).
 

Geldiğimiz gece(onu günden saymadım):

 Aslında geldiğimizde birşey yapacağımızı düşünmemiştim. Ama yemek yedikten ve çantalarımızı yerleştirdikten(tabi biraz da Pati ile boğuştuktan:)) sonra bize o gün topladıkları yavru Yeşil Deniz Kaplumbağaları'nı gösterdiler. Meğer onları bu akşam serbest bırakacaklarmış. Biz ise hiç kablumbağa göremeyeceğimizi sanıyorduk. Ama onları bırakmadan önce uyansınlar diye biraz ışığa tuttuk ve biraz da sevdik:).Sonra da onları gece denize götürdük. Orada önce biri bileğine kadar denize girdi ve suya ışık tuttu. Bu sayede bizim bıraktığımız kaplumbağalar ışığa gitti ve denize girdi. Hepsi girince etrafa dağılan var mı diye kontrol ettik ve kampa döndük. Bu çadırda ilk yatışım olacağı için heyecanlıydım. Bir müddet uyuyamadığım için etrafı dinledim. Ağustos böcekleri, deniz, çadırın kenarından geçen kertenkelelerin hışırtısı ve(bence en tuhafı) çakal ulumaları. Böylece ilk defa çadırda yatmış oldum.
İşte bir Yeşil Deniz Kaplumbağası yavrusu(kumlu ve uykulu hali tibii:))


Onları bırakırken.

Bu ise yatmadan önce bulduğumuz misafirimiz:).

Devamı yarın(Yapmam gereken ödevlerim var:)).

25 Haziran 2012 Pazartesi

4.Bölüm: Dev Ordu

Ak ejderha, sırtında Eremus ve Charion ile beraber Kızgın Çöl'de ilerliyordu. Hava, bir çölden bekeneceği üzere, çok ama çok sıcaktı. Ve bu yüzden ejder ve iki binicisi zor anlar yaşıyordu.
-Hava neden bu kadar sıcak olmak zorunda ki?
-Çünkü burası bir çöl Charion.
-Hadi ya! Hiç fark etmemiştim doğrusu.
-Çok komiksin.
-Biliyorum.
-Sanırım bir mola vermemiz gerekecek.
-İşte bu iyi bir haber.
-Bence de.
Eremus ejdere komut verdi ve ejder yoldan 1-2 kilometre sağa kayıp alçalmaya başladı.
-Neden sağa kaydık? Hemen insek olmaz mı?
-Çünkü Charion, sırf sen rahatsızsın diye kendimizi tehlikeye atamayız.
-Ne tehlikesi?
-Ordu! Hatırlarsan büyük bir ordu buraya geliyor ve biz yollarının ortasında durursak...
-Tamam, tamam anladım.
-İyi, yanında ne kadar yiyecek var?
-Çok.
-Güzel, bende de çok var.
Yere inince iki arkadaş hemen çantalarına atladılar. Yemeklerini birleştirdiler ve ortaya bir ziyafet çıktı. Ama bunun sadece birazını yadiler.
-Onu yeme!
Eremus Charion'un el attığı eti korumaya aldı.
-Neden ki?
-Çünkü o ak ejderhanın. Biliyorsun o da bir canlı.
Charion sadece homurdanmakla yetindi. Yemeklerini yedikten sonra Eremus çantasından çolle aynı renkte büyük bir pelerin çıkardı. Ejderhaya kıvrılmasını söyledi ve pelerini üstüne örttü. Sonra da üstüne biraz kum serpti. Böylece kendilerine bir ejderha-çadır yaptılar.
-Bir ejderhan varken kimin direğe ihtiyacı var.
Sırıtarak Charion'a döndü ama Charion uzaklara bakıyordu. Birden ejderha-çadıra doğru koşmaya başladı.
-Charion ne olu..
-Konuşacak vakit yok, hemen buraya gel!
Eremus hemen hareketlendi ve Charion'un ardından çadıra daldı.
-Ne oluyor!
Diye tamamladı cümlesini.
-İşte bu!
Birden kuvvetli bir gürültü işittiler ve ejderha-çadır şiddetli bir biçimde sallanmaya başladı. "İyi ki çadırı sağlam kurmuşum." diye düşündü Eremus. İnsana uzun gelen bir sürenin ardından sarsıntı dindi.
-Charion, o da neydi?
-Kum fırtınası.
-Peki nasıl fark ettin?
-Buralara daha önce de gelmiştim.
-Senin hakkında bilmediğim daha kaç sey var?
-Çok şey. Ve bir soru daha istemiyorum!
Charion'un bu ani tepkisi Eremus'u şaşırttı.
-Peki, sen nasıl istersen.
Eremus dışarıyı incelemek için çadırı aralayınca biriken kumlar giysilerinin içine doluştu.
-Hay aksi! Her yanım kum oldu.
Charion gülmeye başladı. Eremus da olayın komik yanını gördü ve kızgınlığından sıyrılıp gülerek arkadaşına katıldı. Seslerin nedenini merak eden ejderha "ne yapıyorsunuz, komik olan ne?" dercesine onlara baktı. O ana kadar ejderhayı unutan iki arkadaş irkildiler. Sonra birbirlerine bakıp tekrar gülmeye başladılar. Ejderha umursamaz bir tavırla başını tekrar yuvasına soktu. Sonunda gülmeyi kesen Eremus tekrar -ve bu sefer daha dikkatli olarak- ejdarha-çadırdan dışarı çıktı. Hava kararıyordu. Bunun üzerine tekrar içeri girdi.
-Yatma zamanı.
-Neden?
-Çünkü hava kararıyor.
-Bence bu bizim için iyi.
-Olabilir ama ben yorgunum.
-Ben değilim.
-Öyleyse nöbet tut.
Charion cevap vermedi ve uslu uslu dışarı çıkıp kendine bir nöbet yeri buldu. Çöl inanılmazdı, gündüzleri kavurucu sıcak, geceleri ise aksine acayip soğuktu. İnsan bu ısı farkına şaşmadan edemiyordu. İşte Charion da bu sırada tam da bunu düşünüyor ve yanına yünlü birşey almadığı işin kendine kızıyordu. En sonunda vücudunun yarısını ejderha-çadıra soktu ve gözetlemeye başladı. Aslında görülecek pek birşey yoktu. Kum, kum ve kum. Arada bir birkaç kuş sesi duyuluyor ve ya bir iki tane böcek görülüyordu. Bunlarla ve nöbet değişimleriyle geçen uzun bir gecenin ardından üçlü yeniden havalandı. Çok gitmemişlerdi ki ufukta bir karartı gördüler.
-Charion bak!
-Gördüm.
-Sanırım orduyu bulduk.
-Bence de.
Eremus ejderhaya yavaş ve sesiz uçmasını söyledi ve gizlice orduya yaklaşmaya başladılar. Ak ejderhalar gündüzleri gökyüzünde çok güzel kamufle oluyordu ve Eremus bunu kullanmak niyetindeydi. Orduya yaklaştıkça korkuları artıyordu. Çünkü ordu kocamandı. Birçok hydra, wyvern ve tabiki virjin bir yerde toplanmıştı. O kadar yüksekte olmalarına rağmen Eremus bütün orduyu görmekte zorluk yaşıyordu. Ordu daha hazırlanmamıştı. Eremus böyle bir ordunun en az 3-4 saatte hazırlanabileceğini düşünüyordu. Yeterince bilgi topladıklarına karar verince ejderhaya geri dön emri verdiler. Ama tam o sırada bir virjin (muhtamalen bir gözcü) onları gördü ve alarm verdi. Eremus ve Charion daha olanları anlamadan birçok virjin toplanmış ve onlara ok atıyorlardı. Aşağıdan birçok bağırış ve emir geliyordu ama anlamak çok zordu. Eremus bunların hepsinin onlar ile ilgili olduğunu anlamıştı. Ejderhaları okları savuşturmak için birçok farklı hareket yapıyor ve okçuların işini çok zorlaştırıyordu. Eremus bu yaratığın birçok hamle bilmesine hem şaşırmış hem de minnettar olmuştu. Birçok ok ve atlatma manevrasından sonra üçlü güvenli bir mesafeye girmişti ama Eremus omuzundan yaralanmıştı. Belli ki aldığı yara onu çok sarsmıştı çünkü Eremus bayılmıştı. Charion pelerininden bir parça kopartarak Eremus'un omuzuna sardı ve ak ejderhaya hızlanmasını söyledi. Ejderha Eremus'a bir bakış atıp hızını arttırdı. Akşama doğru köye vardılar. Orada onları birçok asker sevinç ile karşıladı. Ejderha yere inince Köyün şifacıları hemen Eremus'u alıp çadırlarına götürdüler. Dantaros'un sorularına karşı Charion rapor için Eremus'u bekleyeceğini söyleyip şifacıların çadırana gitti.

9 Ocak 2012 Pazartesi

3.Bölüm: Ak Ejderha

Eremus hızla evine girdi. Sonra hiç vakit harcamadan odasına geçti. Orada gardırobunu açtı ve gardırobun zeminindeki eşyaları kenara itti. Aradığını kısa zamanda buldu. Bu, tek parmak girebilecek boyuttaki bir halkaydı. Eremus halkaya parmağını geçirerek çekti ve bu sayede bir kapak açıldı. Kapak gizli bir bölmenin kapağıydı. Eremus bu bölmeyi özel eşyalarını koymak için yapmıştı. Bölmenin içinde bir sandık vardı. Eremus sandığı açtı ve içini boşaltmaya başladı. Sandığın içinde aile yadigarı eşyalar, biraz para vb. birçok değerli eşya vardı. Sandığın en altında bir anahtar deliği belirdi. Eremus buynundaki anahtarı çıkartım kilidi açtı. Sonra içinden Ak Ejder Borazanı'nı çıkardı. Borazanı yere koyup herşeyi aldığı gibi yerleştirmeye başladı. İşi bitince mutfağa geçti ve kendine bir çıkın hazırladı. Sonra geldiği gibi hızla dağın yolunu tuttu. Köye varınca Charion'un onu beklediğini gördü. Üstünde ejderhayı yormayacak kadar hafif ama kendini koruyacak kadar da sağlam olan bir zırh giymişti. Dantaros ise tam yanındaydı. Eremus borazanı çıkardı.
-Demek benim bilmediğim borazan bu? İşe yaraayacak mı?
-Bilmiyorum, deneyeceğiz.
Sonra borazana üfledi. Hiçbir şey olmadı. Çevreyi incelemeye başladılar. Birden Charion bağırarak bir yeri işaret etti. Eremus oraya bakınca ufukta bir karartı olduğunu gördü. Ve işin ilginç yanı karartı hızla yaklaşıyordu! Karartı yaklaştıkça görüntüsü daha da netleşiyordu. Uzun boynu, boynunun üstündeki yelesi, kocaman kanatları ve güçlü bacakları vardı. Bütün vücudu gümüşi bir renkteydi. Eremus onun bir ak ejderha olduğunu anladı. Ejderha çok kısa bir sürede yanlarına gelmişti. Tam tepelerindeyken kanatlarını daha yavaş çırparak -cüssesine rağmen- zerifçe yere indi. O inerken oluşan fırtınadan dolayı kolunu yüzüne siper eden Eremus, kolunu indirince ejderhanın "şimdi ne yapacağım" dermişcesine bakan gözleriyle karşılaştı. Daha önce -Ejder Adası'nda- birçok ejderha görmüştü ama bir ejderhaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Kararsızlıkla geçen kısa bir anın sonunda Eremus ejderhanın sırtına tırmanmaya başladı. Charion da onu takip etti. Ejder Adası'ndan dönerken olduğu gibi, Charion'un ejderhanın sırtına çıkıp oraya yerleşmesi biraz uzun sürdü. Sonunda Eremus'un işaretiyle ejderha havalandı ve Kızgın Çöl'e doğru ilerlemeye başladı.



5 Ocak 2012 Perşembe

Ben Yaptım

Öncelikle şunu söyleyeyim  yeni bölümü yazacak kadar vakti bir türlü bulamıyorum. Çünkü önce oyunla ilgili klasik 1-2 şeye bakıyorum. Geriye kalan zaman da bana yetmiyor! Ben de o zamanda bunları yapıyorum.

Bunlar evrimsiz olanlar:







Bu iki evrimli bir tane:



Bunlar da 3 evrimli olanlar:






 Bu ise sadece son (3.) evrim çünkü diğerlerini henüz çizmedim:)

Bunlar ise photoshop (Bu arada merak edenler için oradaki canavarlar Monster MMORPG'un canavarları, CSA ise o oyundaki takımım.)



15 Aralık 2011 Perşembe

2.Bölüm: Planlar

Eremus, Charion ve Dantaros masanın başına oturmuştu. Masada büyük bir harita vardı. Beraber bir yandan haritayı inceleyip bir yandan da konuşuyorlardı.
-İşte Eremus, Kandor şuradaki Siren Körfezi'nden geldi. Oradan (adını körfezden alan*) Siren Köyü'nü yıkmış. Ardından Kızgın Çol'e yönelmiş ve oradaki Çöllük Köyü'nü yıkmış. Yıktığı her yerden yiyecek aldığı (ve zaten gelirkende birçok almış olduğu) için koskoca Kızgın Çol'ü geçebilecek. Zaten oradaki tek coğrafi engel kum fırtınaları.
Eremus haritayı incelemeye dalmıştı. Kandor'un ordusuyla köyleri yıktığını düşünüyordu ve düşündükçe mızrağını daha sıkı kavrıyordu. Bu yüzden Dantaros'un konuşması bitince birden ayıldı. Biraz etrafa boş boş baktıktan sonra konuştu.
-Peki neden o taraftan saldırdı? Orası Kandor'un yaşadığı Kara Tepe Adaları'na çok ters düşmüyor mu?
-Bu konuda haklısın Eremus. Biz de bunu düşündük ve şöyle bir sonuca ulaştık.
Bütün konuşmaları sessizce dinleyen Charion, konuşmaya katıldı.
-Şimdiye kadar dümdüz bir düzergah izledi ve...
Eremus onun sözünü kesti.
-Ve doğruca buraya geliyor! Benden intikam almak istiyor!
-Doğru. Ayrıca böyle ilerleyip senin köyünü de geçerse Ak Tepe Krallığı'na varır. Kandor bir taşla iki kuş vurmak istiyor.
-Hatta üç kuş da diyebiliriz Charion. Çünkü hem Eremus'tan intikamını alacak, hem krallığı elegeçirecek, hem de kristali alacak.
-Onu durdurmalıyız Dantaros! Ben bu iş için hazırım.
-Biliyorum öylesin. Şimdi, Kandor'un planı böyle. Gelelim bizim planımıza. Öncelikle Ak Tepe Krallığı'na bir haberci gönderdik. Onun gidip gelmesi iki gün sürer. Sonra eğer kral yardım ederse onun askerleriyle beraber gidip Fırtına Baronluğu'nu koruyacağız. Aslında kral yardım etse de etmese de gideceğiz.
-Fırtına Baronluğu neresi?
-Kızgın Çöl ile bizim aramızdaki tek yer.  Fırtınalı Dağlar'a kurulmuştur. Ama bize pek yadım edemez. Çünkü orada çoğunlukla topçular ve okçular vardır. Onlar da ancak kaleyi savunur. Ama eğer orada savaş yaparsak ikinci bir şansımız olmaz çünkü hemen kaleyi elegeçirir. Ama eğer çöllerde sldırırsak yenilsek bile kaleye ikinci bir şans vermiş oluruz.
-Ve yine yeniliriz! Eğer birlikte yenemezsek ayrı nasıl yeneriz?
-Bunu konuşmuştuk Charion.
-Evet ama bu birşeyi değiştirmez! Ne kadar güçlü olduklarını bilmiyoruz. Onları gören kimse sağ kalmadı. Ya çok fazlalarsa.
-O zaman beraber de yenemeyiz. Diğer şekilde en azından krallığa vakit kazandırırız.
-Benim bir fikrim var!
Diye bağırdı Eremus. İkiside şaşkın şaşkın Eremus'a baktı. Tartışmaya dalıp onu unuttuklarını farkettiler.
-Neden ben gidip sayılarına ve ya en azından güçlerine bakmıyorum?
-Beni dinlemedin mi? Gören kimse geri dönmedi.
-Evet ama ben o kimse değilim, unuttun mu? Ayrıca tek başıma gitmeyeceğim. Yanımda sen de olacaksın.
-Üzgünüm ama bu olamaz Eremus. Charion'a burada ihtiyacımız var.
-Aslında Dantaros, nasıl olsa iki gün birşey yapmayacaksınız. O sırada biz Eremus'la beraber gidip gelebiliriz. Eğer iki gün içinde dönebilirsek güçlerini söyleriz. Ama olur da dönemezsek, Güçleri çok fazladır. Bu yüzden siz Fırtına Baronluğu'nda kalır ve orayı savunursunuz.
-Fena fikir değil aslında Charion ama ya sizi kaybedersek?
-O zaman bizi ulusu için ölmüş iki lişi olarak anarsınız.
-Bu hiçte hoş bir şey değil, ama neyse. Peki Oraya iki günde nasıl gidip geleceksiniz? Onlar tahminimce üç, olmadı iki gün uzaktadırmar.
-Benim bunun için de bir çözümüm var. Charion, Ferno'nun bana verdiği borazanı hatırlıyor musun? Onu kullanarak hemen gidebiliriz.
-Ne borazanı?
-Charion sana söylemedi mi? Ferno bana üflendiğinde ak ejder çağıran bu borazanı verdi. Charion?
Charion omuz silkti
-Unutmuşumdur. Neyse, bu güzel bir fikir. Dantaros gidebilir miyim?
-İyi, tamam.
Böylece ikili çadırı terk ettiler.
-A bu arada Charion, Döndüğünde seninle bu konuyu görüşeceğiz.
Charion gülümsedi ve kendi çadırına gitti. Eremus ise tekrar evinin yolunu tuttu.

*Bunu açıklama dereği duydum. Burada yazdığım "Siren Köyü"nde sirenler yaşamaz. Sadece adını oradan almış. Zaten sirenler denizkızlarıdır.